Savaş ve Nazlı... Bu ikili benim kelimelerimde, cümlelerimde, hayallerimde, düşüncelerimde öyle bir yer edindiler ki haklarında konuşmak, bir şey karalamak şart oldu.
Bir çift düşünün ki, aklınıza geldiği anda yüzünüzde hem gülücüklere yol açıyor hem de derin bir iç çekmenizi sağlıyor. Nazlı diyor ya "Nasıl oldu, ne zaman oldu bilmiyorum" Gerçekten ben de anlam veremiyorum. Görmeyince özlüyorum, eski sahneleri kaç kere izlememe rağmen her seferinde sarsılıyorum. Soruyorum kendime Savnaz çiftini bu kadar değerli kılan ne olabilir ki diye. Her şeyden önce onlar gerçek hayatın ta kendisi bana göre. Hep arzuladığım hep doğru olduğuna inandığım bir boyutta onların ilişkisi. O zaman bu güzel çifte biraz kulak verelim.
Savaş'ın cümlesine odaklanalım önce, "Çok iyi anlaşıyoruz. Bir sürü ortak noktamız var!" Öylesine altı dolu bir cümle ki bu. Kelimeler de zorluk çıkarmadan hemencecik dizilmişler yanyana.
1. İkisinin de kendi kabuklarına çekilmiş olmaları tıpkı birer kablumbağa gibi. Yalnızlık
"Ne ben herhangi birine benziyordum, ne de herhangi biri bana benziyordu. Ben tek başımaydım, onlarsa hep birlikteler diye derin düşüncelere dalıyordum..."
Ben yalnızdım senden önce.
Sadece yaşıyordum öylesine. Ve sen gelince birdenbire
çözüldü yalnızlığımın buzları...bozguna uğradı mühürlenmiş dudaklarım
^İnsanı böyle şair de kıldırıyor bunlar^
Sadece ve sadece 18 yaşında gencecik bir adam. Geçmişinden taşıdığı yaraları var belli. Hem de ruhunun derinliklerine işleyen türden yaralar bunlar. Susuyor ama unutmuyor. Öyle bağırıp çağrışları, kadere sövüşleri yok. Tek bildiği susmak. Hem susmasa ne olacak ki? Anlatsa anlayacaklar mıydı? Hangi kelimeleri seçerse seçsin gerekirse en süslü ifadelere yer versin onun hissettiklerini hissedecek biri çıkacak mıydı sanki? Hal böyle olunca sustu adam. Sadece kendi yalnızlığına sarıldı. Sustukça sessizleşti. Sessizleştikçe derinleşti. Derinleştikçe günden güne eridi.
17 yaşında bir kız. Geçmişinden getirdiği kayıpları var. Aslında hem oğlana çok benziyor hem de hiç benzemiyor. Çünkü kızın bağlandığı birileri var. Pek içini dökmüyor onlara. Saklamak için değil. Kendinden de saklıyor hislerini. Acılarını, kayıplarını düşünmek demek kendine yoğunlaşmak demek. Bir parça da olsa "ben" demek. "Hayır, yapamam!" diyor kız. Her an bir şeyler olabilir ve o yaşananlarda bana ihtiyaç duyan birileri olabilir. Böyle böyle günden güne büyüyor o genç kız. 17 gibi değil de 20 gibi 30 gibi davranmaya alışıyor.
Kader diyor ki ne kadar çok birbirlerine aitler, o zaman buluşturayım ben bunları. Kabuğundan hiç çıkmak istemeyen Nazlı'nın direnişi ve her geçen gün daha da kayıplara karışan Savaş'ın ilk karşılaşmasının adı "tesadüf" bana göreyse kaderin cilvesi, bir aşkın doğuş hikayesi.
Sert bir tanışma oluyor onlarınki. Yine de içinde güzel unsurlar barındıran bir tanışma. Koskoca yolda tek bir kişi tüm iyi niyetiyle duruyor genç kıza yardım etmek için. Kızsa biraz mecburiyetten biraz da çocuktan aldığı enerjiyle yardım teklifini kabul ediyor. Nazlı için birinden yardım istemek ne kadar zorsa Savaş için de birinin yardıma koşmak o kadar kolay. Arkasından bir hayat kurtarışına tanıklık ettik. Havuza düştüklerinde Nazlı ve Savaş'ın gözlerindeki şaşkınlık öyle güzeldi ki. Hayat işte. Kim bilebilirdi saatler önce neredeyse kaza yapmasına sebebiyet olduğu kızın hayatını aynı günde iki defa kurtaracağını?
"Bir kağıt, bir kalem, bir yanmış, bir sönmüş, bir bitmiş sigara
Hayatın bu
Sökülmüş, atılmış, kırılmış, dökülmüş hep paramparça
Yolun sonu bu
Yalnızlık,
Saklandığın o küçük delikte buluyor seni
Yalnızlık
Sıkıştığın o küçük evinde vuruyor seni
Yalnızlık öldürüyor seni
Öldürüyor beni..."
Cem Adrian
2. Paylaşmak & Tanımak
Hayatını kurtardım, teşekkürler ile bitmedi bu hikaye. Nazlı'nın yardıma ihtiyacı oldu yine. Ah bu kader! Yardım almak nedir bilmeyen aksine hep yardım eden bir kızın başına gelenlere de bir bakın! Savaş kendini tehlikeye atarak iyi kalbini bir kez daha ortaya koydu. Ardından endişelenmeye başladı Nazlı için. Onu uyarmaya çalıştı, yolundan döndürmeye çalıştı. Ee Nazlı bu, peşini bırakır mı hemen? İnatçılığını konuşturdu ve söz dinlemedi. İnatçılık dediğime bakmayın Nazlı kalbinin sesine kulak veren biri. "Ben mutlu muyum bilmiyorum ama başkalarının mutluluğuyla mutlu olmayı öğrenebilirim" diyen birisi. Kısacası koruma içgüdüsü yine görev başındaydı, işler daha da üzücü bir hal almadan gerçekleri ortaya dökme niyetindeydi. Nazlı kararlıydı ama Savaş daha kararlı çıktı. Önce ısrar etti. Sonra "Peki ben karışmıyorum" dedi ama dayanamadı ve peşinden gitti.
Kızımız da boş durmadı. Destek vermek istedi Savaş'a. Gözlerinde hüznü gördü, umutsuzluğu gördü ama en çok yalnızlığı gördü. Kendi gözündeki yanılsama gibi.
İlk hamlesi duvarındaki "katil" yazısını kapatmak oldu. Sonrası "Dinliyorum ben" idi. Nazlı o akşam adeta bir sürahi gibiydi. Savaş içindekileri; kederini, pişmanlığını, endişesini, tabir-i caizse yüzyıllık yalnızlığını doldurdu o sürahiye.
Yalnızlığa alışılmaz elbet ama odaklanmazsan eskisi gibi zor gelmez. Hem Nazlı hem de Savaş yalnız olduklarını biliyorlardı. Nazlı'nınki tercih sebebi gibi dursa da en az Savaş'ınki kadar zorunluluktandı. Ne var ki, dillendirmiyordu ikisi de.
Özdemir Asaf der ki,
"Seni bulmaktan önce aramak isterim.
Seni sevmekten önce anlamak isterim.
Seni bir yaşam boyu bitirmek gibi değil de,
Sana hep, hep yeniden başlamak isterim"
Oğlanın geçmişinden getirdiği bir hayalet vardı. Kızınsa tek amacı oğlanı hayata geri döndürmekti. Çünkü iyi biriydi o, haketmediyordu ki hiçbirini...
Tuttu ellerinden, "Gel" dedi. Önce inat etti çocuk, yapamayacağını söyledi ama sonra kendini kızın yanında buldu.
Koskoca bir yıl sonra seslerin içine, yazın renklerine karıştı. Gece güzel bitmedi kız ve çocuk için. Çünkü geçmişin gölgesi yine yakaladı onları. Savaş hesap sormaya gittiğinde arkasında hüzünlü bir bakış bırakmıştı istemeden...
3. Merhamet
Nazlı'nın kalbi çok kırılmıştı. Ama bilmediği detaylar vardı. Çocuk geçmişe dönmüştü yine.
Kız her şeyden bihaberdi, kızgındı, kırgındı. Ta ki, Savaş'ı yerde kanlar içinde görene dek. Atladı olayların merkezine. Herkese ateş püskürdü, aldı çocuğu kollarının arasına. Endişesi her halinden belli oluyordu.
"İyi misin sen Savaş, deli gibi bir şeysin. İyi misin, canın yanıyor mu?"
"Başımın tatlı belası"
Nazlı eve götürdü Savaş'ı. Alnına pansuman yaparken "Keşke" dedi içinden "Keşke ruhundaki kırıkları da tamir edebilsem..."
Bir şeyler değişiyordu sanki. Evet arkadaşlardı ama arkadaşlıktan öteydi bu.
"Yapma Nazlı, sakın yapma bunu kendine" diye ihtar verdi genç kız. İşe yaramayacağını bile bile.
Merhamet demişken oğlanında ondan yana kalır bir hali yoktu. Her şeyi, tüm acılarını tek kalemde silebilme yeteneği vardı.
Oğuz Atay/ Tutunamayanlar "Hayatta silgim hep kalemimden önce bitti,çünkü kendi doğrularımı yazacağım yerde, tuttum başkalarının yanlışlarını sildim."
4. Güvenme & Bir Bütün Olabilme
Çocuğun kendini "katil" sanmasına hatta bundan emin olmasına rağmen kız kulaklarını tıkadı. Çünkü çocuğun kendisinden daha iyi tanımaya başlamıştı onu. Savaş yapamazdı böyle bir şeyi.
Koştu durmaksızın. Geri döndürmeye çalıştı yolundan. Yalvardı önce geri dönmesi için "Lütfen!" diye ardından dua etti gelene kadar.
Savaş geldiğinde ufak bir yüzleşme yaşadı. Bir yıldır aradığı ilk ipucu ona sonu işaret ediyordu. Kötüydü ama kötü olduğunu bile anlamıyordu.
"Git demeyecek misin?"
Derken çocuk "Git" diye gözlerinde tek bir mesaj vardı "Kal". Gördü tabi kız bunu. Gidemedi. Koştu sımsıkı sarıldı, oğlanın üzüntüsünden kendine de çekti aldı.
"Ben seninle ağlamak istiyorum
Öyle arkandan yana yakıla değil
Ben seninle ağlamak istiyorum."
Ağladılar o gece beraber. Sessiz bir anlaşma vardı aralarında. Oğlanın ağlama sebebi belliydi hani de kızın sebebi çok daha manidardı. Sevdiğinin acısı için ağlıyordu. O gece sadece beraber ağladılar. Yalnızca sessizlik konuştu.
Göz yaşım düşerken
Sözlerin biterse
Ardından uzanırken
Ellerin titrerse
Öyle kal öyle kal aşk hep sende...
Ertesi gün, Nazlı bir kez daha okudu geriye kalan son ipucunu. Bir şeyler farketti. Farkeder farketmez de Savaş'ı uyandırdı. Beraber yeni bir maceraya atıldılar. Çocuk önce gelmesini istemedi kızın işe yaramayacağını bile bile. İyi ki de gitti kız, gizli kalmış parçayı o buldu. Savaş'ın son hamlesiyse her şeyi değiştirecekti.
Nazlı önce Savaş'a "Yalnız bırakayım istersen seni?"teklifini sundu. Oysa Savaş yalnız kalmak istemiyordu. Yanında Nazlı'yı istiyordu.
Son demde, bir yüzleşme hikayesi yerine eski bir umut göz kırptı onlara. Nazlı'nın yıllar önce çekip giden babası...
Savaş önce Nazlı'dan şüphe eder gibi oldu, mantık sınırlarını zorlayan bir durum vardı çünkü. En son 4.5 yaşında babasını gören biriydi Nazlı.
Nazlı çekip gitti, kırgın bakışlarıyla. Savaş onu bir kırdıysa bin üzüldü. Kendine kızdı, hemen konuşmaya gitti Nazlı'yla.
Ağladığını görünce endişelendi, yalvardı "Biraz konuşalım" diye. Ama nafile. Kızın kalbi kırıktı herkese ve her şeye. Herkes ona inanmamak için yemin etmişti sanki. İlk kalp kırıklığını hatırlamak istemiyordu ama hiç unutmamıştı ki. Babasıydı o, ilk aşkı.
Kız evden çıktığında bir gece önce çocukla gittiği yerde buldu kendini. Hayat çok garipti. Sadece bir gece önce babasından bahsetmişti, onun gidişinden kendini suçladığını...
Savaş geldi. Nazlı gitmek istedi.
"Gider misin lütfen, yalnız kalma joker hakkımı kullanmak istiyorum."
"Gitmem"
"İyi ben giderim o zaman"
"Gelirim"
Bırakır mıyım ben seni fırtınalı denizin ortasında öyle bir başına? Gel tutun bana, dün gibi bugün de beraberiz dertler deryasında...
Ne değiştirdi fikrini diye sordu Nazlı. Savaş'tan bugüne kadar duyduğum en güzel repliklerden biri geldi "Bir şey farkettim. Senden korkuyorum. Çünkü ne desen, ne söylesen inanıyorum. Garip geliyor, enteresan geliyor ama sonra yine inanıyorum"
Birine güvenmek körü körüne... Birine içini dökmek..... Birinin seni her şeyi yapabileceğine inandırması... Sevgi ve aşkı işaret etmez mi tüm bunlar? Sevmediğin birine güvenemezsin, aşksa her şeyi yapabileceğine inandırmaktır kendini.
3.bölümde
"Sen güveniyor musun bana?"
"Yalan söylesen hemen anlardım ki ben."
Birbirlerini hiç tanımıyorlardı oysa. Yine de yıllardır birbirlerini tanıyormuşcasına inandılar birbirlerine. Çocuk kızın ona güvendiğine inandı, kız da çocuğun masumiyetine.
6.bölümdeyse birbirlerine tamamen inanan, güvenen bir Savaş/Nazlı izledik. Öyle ki Savaş Nazlı'yı çok iyi tanıyordu. Nazlı'nın planını "çocukça" bulsa da "ben seni götüreceğim" dedi.
Evet belki mantıksız bir plandı, sonuca ulaşmak mümkün değil gibiydi ama Nazlı pes eder miydi? Asla. Peki Nazlı gidince Savaş arkasından öylece bakabilir miydi? Bu yolculukta onu yalnız bırakabilir miydi? Kesinlikle hayır.
Kız sevindi önce ama aklına oğlanın dertleri geldi hemen.
"Ya yok ya olmaz, senin de başında bir sürü dert var"
"Seni mutlu etmek bana iyi geliyor."
Beraber Urla'ya gitmeye kalktılar, yakalandılar ve sonu Savaş için iyi olmadı ne yazık ki. Nazlı'nın hiç bir fikri yoktu, bilse "kal" der miydi hiç? Savaş ise bile bile kaldı Nazlı'nın yanında.
"Bıktım terkedilmekten. Kiminle biraz anlaşsam hemen kaçıyor yanımdan."
Terkedilmek, yalnızlık... İkisi de öylesine alışkındı ki bu kelimelere ama dudaklardan dökülmesi "yüzleşme" ydi.
Kaldı çocuk, bırakamadı kızı öylece. Aralarında derinden bir bağ vardı, diğeri mutsuzken öbürü mutlu olamazdı ki. Biri ağlarken diğeri kendi menfaati için gidemezdi birdenbire.
"Kal" duymayı bekledi
"Git duymayı değil de...
Sadece sevilmeyi istedi
Bu onun suçu değil de...
Savaş hastaneye kapatılınca en çok üzülenlerden biri Nazlı oldu. Hatta oraya kapatılmasında parmağı olan Rana'yı saymazsak en çok Nazlı üzüldü. Hemen kurtarmaya çalıştı onu, hastaneye gitti ve yanına ulaştı.
İlk seferinde başarılı olamadı ama söz verdi Savaş'a "Seni buradan kurtaracağım. Rahat uyu."
Savaş bunları hatırlıyor mu bilinmez ama Nazlı'yı gördüğündeki şaşkınlık, onun hayal olmadığını öğrenmesinin ardından gelen "Üzülme sen başımın tatlı belası" beni çok etkiledi.
O haldeyken bile karşısındakini, Nazlı'yı düşünen bir Savaş vardı.
Nazlı aldığı yardımlarla Savaş'ı kurtardığında çok mutluydu ama gitmesi gerektiğini de hatırladıkça kahroluyordu. Savaş "Üzülme" diyerek onu telkin etmeye çalıştı ama gitmeden kendisi bile özlemişti Nazlı'yı. Pek geçerli bir cümle olamadı, yine de hatıralarına hatıra/bağlarına bağ eklemek için beraber bir yıldız seçtiler.
Ertesi bölüm, Nazlı atölyeye gittiğinde onu özleyen ve "Sonunda geldin! bakışlarında bir Savaş izledik. Son vedalaşmalarında aralarında söylenmemiş binlerce kelime vardı.
Nazlı eli boş gitmemişti, Savaş'a hayatını armağan etti adeta. Artık birbirlerinin yanlarında korkmadan ve özgürce acılarını, geçmişlerini anlatan iki kişi vardı...
5- Çay bir Samimiyet Simgesidir
"İki çay söylemiştik orada, biri açık
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni"
Çay, aşıkların vazgeçilmez bir içeceğidir. Samimidir, bizden biridir çay içenler. Tıpkı Nazlı gibi. Tüm saf ve güzel duygularını ortaya koymaya hazırlanırken "çay" istemesine bayıldım.
6- Huzur
O müthiş aşk itirafı;
"Ama sonra seni tanıdım, zaaflarını gördüm, karanlığını/aydınlığını farkettim. Ben daha önce böyle bir şey hissetmemiştim ki"
Nazlı'nın o güzel heyecanı, "Kalbi sanki ilk defa atıyormuşcasına hissetmesi", ardından çayı üzerine dökmesi...
Nazlı sürekli tetikte ama Savaş'ın yanında hep huzurlu... Koltukta uyuyakalması, Savaş'ın ona kalbinin güzelliğiyle gülümsemesi...
Nazlı'nın uyandığında yaptığı telaş ve utanarak istediği tişört....
Ve o sarılma...
Demiştim ya son buluşmalarında aralarında söylenmemiş binlerce kelime havada kalmıştı diye. O sarılma anında, hepsini gördüm ben. Aşk, özlem, sevgi, sadakat, bağlılık, vazgeçiş, kabulleniş... Kelimeler anlam buldu onlar sarılırken.
"Ben seni çok özleyeceğim."
"Ben de seni..."
7-Son Dem
Savaş'ın umutları tükendiğinde ve yolun sonuna geldiğinde sadece Nazlı'ya veda etmesi...
"Hoşçakal arkadaşım"
Artık çok ama çok yoruldum ben... Yolun sonundayım.... Gitmek istiyorum hatta gitmeliyim yine de vedalaşmadan ayrılamam senden...
Savaş Nazlı'nın ilk dert ortağı, ilk arkadaşı, ilk baba yansıması ve ilk aşkıydı. Nazlı'ysa Savaş'ın hayata yeniden bağlanma sebebi, yeni başlangıcının sebebiydi/
Mutluluk sebebi, umudu, huzuruydu...
Nazlı çatıya geldiğinde ve Savaş'ı oradan indirdiğinde hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı.
"Ellerindi ellerimden tutan
Ellerimdi ellerinden tutan...
Bıraktığı anda ellerimiz ellerimizi
Gökyüzüne vuracaktı gölgeleri ellerimizin
Kimbilir kaç martılar halinde
Bir masada karşı karşıya
Seyrederken dudaklarını senin
Dile gelmiş ilk Türkçeydik
Henüz başlamış kül rengi bahar
Ne savaş, ne barıştık biz...
Bu dünyaya yeni gelmiş bir diyar
Manolyaya gece konmuş kumrular..."
İnkar edilirdi aşk ama gözlerden de silinmezdi ya işte öyleydi Savaş/Nazlı aşkı. Ben seni beklentim olmadan sevdim, elimden bir şey gelmedi ki. Mıknatıs gibi çektik birbirimizi...
Ağaç gibiydin aslında... Çok yorulunca, umutsuzluk da beni sarınca gölgene saklandım, sırtımı sana dayadım...
"İçinden doğru sevdim seni
Bakışlarından doğru sevdim de
Ağzındaki ıslaklığın buğusundan
Sesini yapan sözcüklerden sevdim bir de
Beni sevdiğin gibi sevdim seni
Kar bırakılmış karanlığından."
Nazlı emindi duygularından. Yine de Savaş duymaya hazır değildi, susmak istedi bir süre daha. Umut ekmekten kaçındı ama başarılı olamadı.
Mektup olayı durumları karıştırınca da konuşmak için sıra geldi Savaş'a... Nazlı'ya olan duyguları ad veremeyeceği kadar yoğun, öncesinde hissetmediği kadar farklı ve derin... Başka türlü bir aşk bu. İlk görüşte karında kelebeklerin uçmadığı bir aşk... Ama görmeyince özlediğin, yokluğunu düşündüğünde içini sızlatan, yanında hem çocuk hem büyük kalabildiğin bir aşk, herkese inat.
"İstersen beni suçla veremediğim için
Sendeki şu görkemli erdemlerin hakkını
Unutup göz önüne seremediğim için
Beni her gün daha çok saran tatlı aşkını"
Belki geç kaldım, kendime ve sana... Ama bir şans daha veremez misin bana?
Ve son olarak;
"Sen benim; yalandan ve sahteden kaçışım, riyadan bıkışım, gerçeği arayışımsın ve nihayet doğrunun tadına varışımsın. Sen benim; duygusal yaradılışım,
en ufak şeyi kafaya takışım, kolay unutamayışımsın ve bundan bir türlü sıyrılamayışımsın. Sen benim; sonsuz sadakatim, merhametim, hissiyatim, şefkatimsin."
Tüm bu maddeleri hesaba katarsak Cem Adrian yine imdadıma koşsun;
Bir istiridyenin kıymetli incisini sakladığı gibi saklarım seni...
Bir bahar dalının narin tomurcuklarını sakındığı gibi korurum seni...
Çok derin...
Derinlerimde ellerin...
Bir armağan gibi Tanrı'dan bana...
Kış güneşinde altın kirpiklerin...
Ben seni çok sevdim...
Ben seni çok sevdim...
Belki zordur anlamazsın sessizliğimden...
Ben seni çok sevdim
Sen oku kelimeleri gözlerimden...
Bir DiziFilm.com üyesi "Dangerece" yorumu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder